Cevahir Reklam Dijital Baskı Merkezi - Folyo Baskı - Vinil Baskı - Branda Baskı - Poster Baskı - Kupa Baskı - Bardak Baskı - Tshirt Baskı - İçmekan Baskı - Dışmekan Baskı - Ozalit - Dijital Çıktı - Dijital Çıkış
Yaşar Usta ile Zaman Tünelinde Yolculuk
Bu ay, mesleğe gönül vermiş ustalarımızla yaptığımız söyleşiler için Cevahir Reklam’ın sahibi Umur Yaşar Cevahir’in kapısını çaldık. Yaşar Usta tüm samimiyetiyle yaşam öyküsünü ve meslek hayatını bizlerle paylaştı.
Röportaj: Selin AKGÜL / Sign Graphic
Umur Yaşar Cevahir’i yazdan çalınmış bir günde Giyimkent’teki ofisinde ziyaret ediyorum. Bembeyaz saçları ve masmavi gözleriyle görmüş geçirmiş, babacan bir usta beni karşılayan. Tanışır tanışmaz muhabbete başlıyoruz. Bazı röportajlarda kayıt öncesi gerginlik olur, neler soracağımı merak ederler, neler konuşacağımızı… Ufak bir bilgi veririm ve başlarız röportaja. Bu sefer öyle değil. Yaşar Usta ile muhabbete dalıyoruz ve hemen ses kaydını almaya başlıyorum. Söylenen çaylar ve kahveler eşliğinde koyulaşıyor muhabbet. Yaşar Usta doğup büyüdüğü Karadeniz’i andıran ışıl ışıl gözleriyle anlatıyor gençliğini… Gençlik yıllarını anlatıyor özlemle ve gururla… Karşımda paraya hiç önem vermeyen bir usta var. Her zaman doğru bildiğini yapmış ve hiç pişmanlık duymamış biri… Hayattan her daim zevk almaya çalışan, en küçük fırsatta kendini Yeşilköy’deki teknesine atan ve insanları seven biri… On parmağında on marifet olması da cabası…
Yaşar Usta ile önce bu mesleğe nasıl adım attığını konuşuyoruz. Malzeme sıkıntısının insanları yeni keşiflere sürüklediğini ve böylece nasıl da parlak fikirler doğurduğunu konuşuyoruz. Yaşar Usta’nın yaşam öyküsünü ve meslek hayatını kendisinden dinleyelim.
“Rize’de evimizin altında, Erol Terzioğlu ve Mustafa Kar’ın atölyesinde, okuldan kalan zamanlarda bu işi yaparak başladım. Ustam Mustafa Kar ilk pistole ustasıdır ve gözlerinden yaş gelen meşhur çocuk resmini kendisi yapmıştır. Daha sonra lise öğrenimim için 1970’li yıllarda İstanbul’a geldim ve İstanbul Erkek Lisesi’nin orada bulunan Aet Reklam’da çalışmaya devam ettim. Üniversitede iktisat okurken bir yandan mesleğimi yapmaya devam ettim. Daha sonra yaklaşık 5 yıl süren bankacılık serüveninin ardından sadece kendi işimi yapmaya karar verdim. Zaten bankacılık yaparken dahi mesleğime hiç ara vermeden devam ediyordum. Bize dediler ki, bankacılık hastalık gibidir, bu sektörde 5 yılı geçersen bir daha bırakamazsın. Ben de 5 yılım dolmadan ayrılarak kendi işimin başına döndüm. 12 m2’lik bir bodrum katında işe başladım.”
“Daha sonra giderek büyüyerek farklı dükkanlara taşındık. Bir süre sonra kardeşimi de yanıma alarak birlikte çalıştık. O dönemlerde Simtel’in işlerini yapıyorduk. O zamanlar pavyonların dış dekorunu yağlı boyayla boyar yazılar yazardık. Daha sonra müzisyenlerle tanışmamız vesilesiyle Merter’de bulunan Alagözler’in evlerinin terasına derinlemesine bir manzara resmi yaptık. Böylelikle duvar yazılarına da çıkmaya başladık. Örneğin bir dönem Marlboro’nun duvar yazılarını yaptık. Boş kaldığımız zamanlarda duvar kağıdı kapladığımız, elektrik tamiri yaptığımız bile oldu.”
“Çok zor şartlar altında çalıştık ve çok insan yetiştirdik…”
O zamanlar çok sıkıntı yaşadığını söylüyor Yaşar Usta. Elektrik kesintileri, makinesizlik, teçhizatsızlık… Ama bu sıkıntıların üstesinden her zaman yeni formüller geliştirerek geldiğini de ekliyor. “Altın varaklı ve yaldızlı işler gelirdi ama ne ispirto bulabilirdik ne de komalak… Altın yaldızı da yurtdışından zorla getirirdik. Çok zor şartlar altında çalışıyorduk. Ama bu zor şartlarda çok çalıştık ve çok insan yetiştirdik. Bir dönem de ışıklı reklamlar çıktı ama o zaman bant sıkıntısı çok yaşadık. 18mm genişliğindeki Selefon bantlar vardı. Daha genişi bulamazdık. O zamanlar ustamızın bize söylemediği bir formülü vardı. Tutkalın içine bir şey ekliyordu. Böylece, bizim sürdüğümüz tutkal ertesi gün çatlarken o hiç bu tür sıkıntılar yaşamıyordu. Daha sonra öğrendik ki tutkalı yumuşatması için içine gliserin katıyormuş. Eczaneden temin ettiğimiz gliserini tutkalın içine damlatırdık. İyice karıştırıp ince bir tabaka halinde şeffaf pleksiye hazır kalıp alırdık. Daha sonra da renk katmanlarının üzerine pistole ile atar, en son beyaz boyayı atıp ışıklı tabela yapardık.”
“Otomobillerde kullanılan çelik yayın üzerinde fazlaca oynama yaparak kendi kendime rezistansı geliştirdim.”
ARED’in düzenlediği Ustalara Saygı Gecesinde de anlatmış olduğu bir hikayeyi paylaşıyor Yaşar Usta. Çekilen sıkıntıların üstesinden nasıl geldiklerini anlatıyor, biraz da gururla... Gerisini kendisinden dinleyelim. “Zamanında pleksiglass bükerek tablo dediğimiz fonlar yapardık. 5x5 tahta kalasın üzerine germiş olduğum 1000lik ve 2000lik rezistansa bağladığım ısıtıcı taşın üzerinde helezon elektronik parçaya eklediğim artı ve eksi kutbu kısaltarak ve uzatarak rezistansın sıcaklığını ayarlayabilirdim. Böylece istediğim sıcaklığı vererek pleksiglassı bükebilir ve kesebilirdim. O zaman bunu yapan yoktu. Burada sır, kullanılan çelik yaydır. Sıradan bir yay kullandığınızda ya fazla kuvvetli gelir ve kopmaya sebep olabilir ya da çok kısa sürede kırılıp kopabilir. Aksaray’a oto yedek parçacılarına cam yazısı yapmaya gittiğimde otoların yüksek sıcaklıkta çalışan kısımlarındaki yaylardan alırdım. Üzerinde de fazlaca oynama yaparak kendi kendime rezistansı icat ettim diyebilirim.”
“Tiner alamadığımız için boyayı benzinle inceltirdik.”
Meslek sırlarından da bahsediyor Yaşar Usta. Zamanında tiner alamayıp, boyayı benzinle incelttiklerini söylüyor. Ama bu zorunluluk güzel sonuçlar veriyor. Yaşar Usta böylelikle boyanın biraz matlaştığını ve benzin sayesinde elde ettikleri turkuvaz mavisinin camda da çok güzel durduğunu söylüyor.
Yaşar Usta daha sonra önceden yaptığı çalışmaları anlatıyor… “Efes Pilsen’in reklamlarını ve Mis Süt’ün kamyon resimlerini yaptım. İkitelli Sanayi Sitesi yapılmadan önce bölgede bulunan Çakıcıoğlu İnşaat’ın bütün işlerini yapmıştım. İkitelli’nin o 50cm balçık çamurunda yürüyerek atölyeye gittiğimi bilirim. Böyle zor şartlar altında çalışıyorduk. Büyük Çamlıca Tepesi’ne ilk defa metal harfler yaptık. Şu anda gişelerin olduğu alana devasa tabelalar yaptık. Bu tabelaları şantiyenin vinçlerini kullanarak takıyorduk, çünkü bu tür teçhizatlar o zaman kimsede yoktu. Nakliye işini de sadece geceleri yapardık. Gündüz emniyet mensupları müsaade etmezdi. Gündüz ayaklar için kuyular kazılır gece de yerleştirme yapılırdı. İstanbul’da çok yoğun kar yağışının olduğu dönemde Ondilin Avrasya’nın tabelalarını yapar, kamyonlara yükler Antalya’ya giderdik. Bursa’da büyük bayilerin çatılarını yapardık. Hatta yerel gazetelere haber olmuşluğumuz bile vardır.”
Yaşar Usta, yaptıkları çalışmaları anlatırken Antalya’da yaptıkları bir tabela ile ilgili bir anısını anlatmaya başlıyor gülerek.
“Antalya’da sanayide kaynak yaparken dükkan alev aldı. İşin aslı, hiç unutmam, Bacanaklar Nalburiye Hırdavat’a büyük bir tabela götürdük. Orada tabelaya kaynak yaparken, dükkan sahibini arka tarafta izocamlar olduğu için tabelanın yanabileceği konusunda uyardık. İzocam yanmaz dediler ama etrafında naylon poşetler olduğunu unutmuşlar. Tabii yangın çıkınca da dava çılan biz olduk.” Ben de dükkan kundaklamaktan ceza aldım, diye de ekliyor Yaşar Usta gülerek.
“Şu an bile vince çıkıp cephe giydiriyorum.”
“Bu mesleğin çok acısını çektim ama hak ettiğim yere gelemedim. Zamanında banka müdürüm Nuri Kalender bana demişti ki, “Sen esnaflık yapamazsın”. Duygularımı ön plana koyarak çalıştığım için hep maliyetine çalıştım. Hiçbir zaman yarını düşünerek çalışamadım. Kendi işimi kendim yapmaya alıştığım için elemanın işini kendim üstlendim. Bu yüzden de patron olamadım. İstanbul Reklam’ın sahibi Şaban Bey bana “artık biraz büyü” demiştir. Ama ben eskiden nasılsam hala öyleyim. Bir arkadaşım benden reklam istediğinde montajını gidip kendim yaparım. Şu an bile vince çıkıp üstten aşağı cephe giydiriyorum. Bundan da zevk alıyorum. Ataköy’de Atrium açıldığında McDonalds hariç tüm işyeri tabelalarını ben yaptım. Eşimi çocuğumu alıp gittiğimde tüm esnaf bizi tanıyordu. Geçen hafta Çorlu’da çalıştığımız bir kozmetik firmasının işlerini yaptık. Onun öncesinde de Kırklareli, Vize, Saray, Çerkezköy 520 km dolaşarak çalıştığımız firmanın bayilerine iş götürdük. Bu yüzden çok yoğunumdur. Ama oturmaktan hoşlanmıyorum, yeni insanlarla tanışmayı seviyorum.
Biraz da bugünlere geliyoruz Yaşar Usta ile. Usta-çırak ilişkilerinin daha öğretici olduğu ve ustalığın emek ve zaman gerektiren bir mevki olduğu zamanlarda mesleğini icra etmiş biri olarak, bugünlerde sektörün durumuna kızıyor elbette ustamız. “Alet çalışır, el övünür. Ancak ustalık bambaşka bir şey… Bugün baktığımda, babasının emekli parasıyla bir dijital baskı makinesi alıp işyeri açanlar var.
Bu insanlar yüzünden gerçek anlamda reklamcılık yapan firmalar öldüğü gibi makine satışı yapan firmalar da haklı olarak rahatsız oluyor. Belki peşinat verebiliyor ama taksitleri ödeyemiyor. Malzemeciden ürün alıyor ama parasını ödeyemiyor. Hem babasının parası gitmiş oluyor, hem de ismi kara listeye giriyor. Bizim istediğimiz kurumsallaşmak ki ARED’in de yapmaya çalıştığı şey bu. Herkese sertifika verilip herkes dijital baskı merkezi açmamalı. Bu bir özgürlük değil. Öyle ise ben de doktor olup insanları ameliyat edeyim”
“Osmanlı zamanında usta ancak beline kuşağını bağladığı zaman dükkan açabilirdi…”
“Osmanlı zamanından bu yana görüyoruz. Usta beline kuşağını bağladığı zaman gidip dükkan açabilir. Bugün de aynı eğitim sürecinin olmasını istiyoruz. Örneğin bizim gibi reklamcıları koruyan yasaların çıkması gerek. Okullarda eğitim alan öğrencilerin önlerini açmak ve sektöre eğitimli insanların girmesini sağlamak gerek. Benim yanımda 3 ay çalışan eleman buradan çıkar çıkmaz usta olarak işe başlıyor. Eskiden bir belge isterdik ustalığını kanıtlayacak. Şimdi kimse bir şey sormuyor. Önceden her türlü işe alımlarda bir referans isterdik, şimdi herkes CV’sini evde kendi yazıyor.”
Hala çırak yetiştirmeye önem verdiğini dile getiriyor Yaşar Usta. Bu yüzden de gençlerin iyi eğitimi için elinden geleni yapıyor.
“Okullar bizi arayarak yanımızda çalışması için stajyerleri yönlendiriyorlar. Bu benim çok önem verdiğim bir konudur. Her sene en azından 1-2 eleman alıyorum yetiştirmek üzere. Gelen gençlere de sadece grafikerliği değil telefonla konuşmaktan tutun müşteriyle nasıl iletişim kurulacağına kadar her şeyi öğretiyoruz. Ama her şeyden önce saygı ve terbiyeyi aşılamaya çalışıyoruz. Kendine saygı duyulmasını istiyorsan ilk önce saygın olman gerekir.”
“Eskiden müşterinin istediği tabelayı anında karakalemle çizerdik…”
Eskiden müşterinin isteklerini nasıl karşıladıklarını anlatıyor bu defa Yaşar Usta. “Eskiden biz müşteriye nasıl bir tabela istediğini sorarken anında çizim yapardık. Müşterinin yanına resim defterim ve yanımdan hiç ayırmadığımız kara kalemimle giderdim. İstenilen tabelayı anında gölgesine varana kadar çizer müşteriye sunardım. Renkleri de birlikte çocuklar gibi renkli kalemlerle oynaya oynaya belirlerdik. Hala da kara kalemim hep yanımdadır. Dolayısıyla çok iyi bir karakalem ustasıyımdır.”
Meslek hayatında birçok talihsizlik de olmuş Yaşar Usta’nın… “Bir gün kardeşimle beraber reklam panosu takarken, tabelanın bir ucu yüksek gerilim hattına değdi ve tabelayı jilet gibi kesti. Yıllarca tabela montajına gidemedim. Kardeş katili olacağım düşüncesiyle çok büyük bir risk ve korku yaşadım. Bunun gibi birçok şey yaşadım ömrüm boyunca.”
Benzer talihsizlikleri özel hayatında da yaşamış Yaşar Usta. Zamanında Beyaz Kelebekler ile çalışmış, Ajda Pekkan’ın ve Erol Büyükburç’un arkasında çalmış. Daha sonra talihsiz bir kaza neticesinde müziğe devam edememiş ustamız. Gençliğinde kendinden 4 yaş büyük ablasıyla Rock’n Roll ve Twist yaptıklarını, düğünlerde bile çıkıp dans ettiklerini söylüyor ustamız. Yaşar Usta’nın on parmağında on marifet var derken hiç de abartmadığımı görüyorum. “Gençliğimde ritim gitar ve bas gitar çalardım. 15-16 yaşlarımda liseye giderken müziğe başladım. Üniversite yıllarında da müzik geceleri yapardık.”
“Kesik uçlu fırça ile dükkan tabelalarına Arapça besmele yazardım…”
Kendi kendini geliştirmiş Yaşar Usta. “Osmanlıca da bilirim. Eskiden mümkün mertebe Çemberlitaş’taki kütüphaneye gider 4. Murat’ın kitaplarını okurdum. Şu an yapılmaya çalışılan çılgın projeleri o zaman Osmanlı’nın kayıtlarından öğrenip etrafımdakilere söylediğimde bana deli muamelesi yaparlardı. Okurken kendimi kaptırıp dolmuşları kaçırdığımı ve Aksaray’dan Merter’e kadar yürüyerek döndüğümü bilirim. Okumalarım sayesinde mesleğimi de geliştirdim. Kesik uçlu kalem ve fırça hokka kullanırdım. Hattatlık da elimden geldiği için bazı dükkan sahiplerinin tabelalarına Arapça besmele bile yazardım.”
Çocuklarını soruyorum Yaşar Usta’ya. Oğlunun işi devraldığını anlatıyor, insanların evlatlarıyla beraber çalışmalarını salık vermeyi unutmadan. “Oğlum Yunus Emre Cevahir Zonguldak’ta Endüstri Mühendisliği eğitimi aldı ve daha sonra İTÜ’de MBA yüksek lisans derecesini aldı. Şu anda iş onundur. Sağ olduğum sürece işi o yürütür, ben de karışmam. İlk başlarda başka yerde çalışmasını istesem de o burada kalmakta ısrarcı. Ben de herkese evlatlarıyla çalışmasını tavsiye ediyorum. Eskiden aynı evde büyük aileler bir arada yaşarken torun dedeyi örnek alır, ondan terbiye öğrenirdi. Şimdi işlerimizi bizden devralacak evlatlarımıza her şeyden önce sevgiyi, saygıyı öğretmemiz gerekiyor. Günümüzde İstanbul şartları ağır, çalışma şartları çok yoğun. Ama bırakın işlerinizi, gençlerinize sevgiyi aşılayın. Artık bir tüketim toplumu oluştu. Sevgiyi, aşkı, sohbeti, her şeyi tükettik…”
Dedim ya, Yaşar Usta insanı seven biri. Resme, müziğe, dansa, şiire ve denize aşık… Mesleğini icra ederken ruhunu da beslemeyi unutmayan biri Yaşar Usta. Teknesinin gıcırtılarıyla sallanmayı, deniz üstünde martı sesleriyle uyumayı, güzel bir sohbeti, yoldan geçen birinin bir ‘Merhaba’ deyişini seven ve kıymet bilen biri… “Ben bir güzel sohbet için kilometrelerce yol kat edebilirim. Eskiden mahalle arasında esnaftım. Sandalyeleri koyardık kapı önüne, ardından çaylar, tavlalar… Şimdiyse, sanayide herkes kapanmış dükkanlarına, mesleklerinin çalınacağından korkuyorlar. Oysa bilmiyorlar ki asıl onlar sanat çalıyorlar, sevgiyi çalıyorlar, aşkı, işini, ruhunu çalıyorlar…”
“Bugün çok geniş malzemelere baskı yapabilen bir makine parkurumuz var.”
Bugünlerde neler yaptıklarını soruyorum Yaşar Usta’ya. Dükkanda makinelerin arasında gezerek gösteriyor bana tek tek yaptıklarını. Bugün Cevahir Reklam olarak her türlü malzemeye baskı yapabildiklerini söylüyor ve devam ediyor. “Dekoratif eşyalar, plaket, küçük kalemler, kupa, şapka, cam, saat, bardak, roll-up ve banner üretimine kadar çok geniş yelpazede baskı yapabiliyoruz. Makine parkurumuzda çok kaliteli makineler var, böylelikle butik çalışabiliyor ve kişiye özel uygulamalar yapabiliyoruz. Kurumsal firmaların tüm ihtiyaçlarını tek yerde toplayarak karşılayabiliyoruz. Süblime baskı, transfer baskı, iç ve dış mekan baskı yapabiliyoruz. Sıcak presimiz var. Tişörte, şapkaya, kupaya, bayrağa baskı yapabiliyoruz. Xerox’un DocuColor 12 adlı dijital baskının babası diyebileceğimiz makine ile basım yayın sektörüne de hizmet verebiliyoruz. Böylelikle baskısı yapılacak kitabın prova baskısını sunabiliyoruz.”
Son zamanlarda yaptıkları uygulamalardan örnekler veriyor Yaşar Usta. “Şemsipaşa Camii’nin restorasyonu sırasında dış cephe giydirmesini yaptık. Ayasofya’nın tüm restorasyonunu yapan mühendis ve mimarlarla beraber çalışmaktayız. Yıldız Sarayı’ndaki Şehzade Evleri’nde de bu tür uygulamaların hepsini biz yaptık.”
Cevahir Reklam aynı zamanda beğenilerek izlenen Evim Şahane programının sponsoru. Programda kullanılan saatler, duvar baskıları ya da kanvas tablolar gibi ev içi dekorasyon uygulamalarını yapmışlar.
Seçkin insanlarla seçkin işler yapmak istediğini söylüyor Yaşar Usta. Tavsiye üzerine iş yaptıklarını ve para kazanmanın öncelikleri olmadığını sözlerine ekliyor.
“Önce işimizi iyi yapalım, para sonra gelsin istiyoruz. İşimizi de severek yapıyoruz. Para elimizin kiridir. Bu yüzden profesyonel olamadık, ama bundan da hiç pişman olmadım. Aksine her zaman gurur duydum.” diyecek kadar da naif biri Yaşar Usta…
Yaşar Usta’yı dinlemeye doyum olmuyor. O anlatsın ben de dinleyeyim istiyorum. Belli ki anlatacağı daha çok şey var Yaşar Usta’nın. Bana hediye ettiği güzel bir Haydarpaşa tablosuyla yanından ayrılırken bir bakıma sözlü tarih çalışması yaptığımı fark ediyorum ve ustalarımızın değerini bir kez daha anlıyorum…